The 100 ile ilgili yazıma başlarken öncelikle izlemeyenler için 100'ün nereden geldiğinden bahsedeyim. Nedir bu 100? Konusu dünyada yaşanan bir nükleer felaket sonucu uzayda Ark istasyonunda yaşayan binlerce kişiden 100 genç mahkumun dünyaya gönderilmesiyle başlıyor.
Dizinin pilot bölümünü izlerken beni daha ilk dakikalarından kendine çekmeye başlamıştı bile. Özellikle dizi 2.sezonda nirvanaya ulaşmış ve dizi favorilerim arasına girmişti.
Dizi genel olarak 3.sezonun başları hariç hemen her bölümü heyecan ve aksiyon dolu.
Bölüm resimlerinden üzerilerindeki kıyafetleri görüp diziyi Game of Thrones tarzı bir dizi sanabilirsiniz. Çünkü ben daha konusunu bile okumadan resimlerde üzerilerinde savaş kostümlerini (özellikle "dünyalıların") gördüğümde o tarz bir dizi yanılgısına düşmüştüm. Savaş yok mu elbette var. 12 klan "dünyalı"sı var, sonradan türeyen Azgeda Buz Ulusu var, dağ adamları var, uzaydan düşen Skaikru'su (bizimkiler) var. Var da var. Nasıl savaş olmasın? Ama dizi bilimkurgu dizisi ve bu çizgiden şaşmıyor. İçinde teknoloji her daim var.
Karakterlerden bahsedecek olursak bana göre diziyi izlerken seveceğiniz hatta aşık olacağınız iki karakter: abi, kardeş "Bellamy" ve "Octavia". Bellamy ilk bölümlerde kendinden nefret ettiren ancak sonradan kendine bağlayan karakterlerden. (Damon Salvatore'ye selam olsun.)
Octavia ise yine dizinin başlarında yüz ekşiten (artık o güzelliğe nasıl ekşitilebilirse) sonradan asi ve savaşçı bir kimliğe bürünen bir kız karakter. Onu değiştiren başından geçen olaylar ve karakterin bu evrimini, değişimini izlemekte çok eğlenceli.
Ve yazıyı bitirirken küçük bir tavsiye ile bitirmek istiyorum: Diziye başlarken özellikle ilk bölümlerde karakterlerin temiz yüzlerine bol bol bakın çünkü önünüzdeki 4 sezon boyunca dünyalısı, dağ adamları, ALIE'si, buz ulusu, nükleer felaketi derken bir daha yüzlerinin temiz halini göremeyeceksiniz :)
Yorumlar
Yorum Gönder